17 Haziran 2007 Pazar
Babalar Günü...
Bu garplı âdem kişiler bir âlem...Sanki günleri numaralamışlar. Veya kim bilir belki de kur’a çekmişlerdir. 12 Mayıs anneler günü ise 20 Haziran da babalar günü.
Aşk olsun!..
Hani halalar günü, teyzeler günü, amcalar günü, ağabeyler günü küçük kardeşler günü, kuzenler günü?
Bu günler, biraz da festivallere benziyor. Film festivallerinden şeftali festivaline kadar türlü çeşitli festivalimiz var.
Kısacası 365 günün nerede ise her gününe bir fonksiyon yüklenmiş...
Anne veya babanın senenin bir günü olsun yoğunluklu hatırlanması, hediye ile ona şükran hislerinin sunulması hiç de fena olmasa gerek. Üstelik bu münasebetle yani anneler veya babalar günü gibi günler yüzsuyu hürmetine ticaret erbabı da diğer günlere nazaran biraz daha fazla iş yapıyor. Veya iş yapma ümidi ile gazetelere oldukça romantik, duygu yüklü, insanın hassas taraflarına seslenen ilanlar veriyorlar.
Festivaller de öyle; şehirler arasında, kasabalar arasında hatta hatta köyler arasında rekabetler, ciddi yarışlar oluyor. Bir kasaba böğürtlen festivali yapıyorsa -kim bilir belki vardır- diğeri de kuşburnu festivali tertipliyor. Ne olursa olsun, festivalin adı önemli değil. Netice mühim. Neticede festival yapılan şehirde bir hareketlenme oluyor.
Bu etkinlikler, topluma bir dinamizm getirmekte.
Dolayısıyla bunların birbirini çağrıştırması pek de yanlış değildir.
Bu hadisenin panoramik manzarası...
Bir de yaklaşarak bakmak var. İnsanın iç dünyasından...
Babalar günü, anneler günü kadar parlak ve benimsenmiş değil. Belki zamanla yakalar yahut -olabilir ya- geçer; ama, biz, mevcut üzerindeyiz. Bu da normal. Baba, adı üzerinde işte babadır. Hatırlansa da hatırlanmasa da o daima babalık görevini yapar. Anne daha naiftir. Daha korunmaya, sevilmeye hem layık, hem müstehaktır.
Bununla beraber dün birçok baba sevindi. Bazı babalar, huzur evlerinde veya terk edildikleri ve yapayalnız veya yaşlı karısı ile beraber yaşadıkları hatıra dolu evlerinde hep çocuklarını beklediler fakat gelen giden olmadı. Yine de bu babalar, “hayırsız” demediler, diyemediler. Soranlar nezdinde onların yanını yere vermemek için “işi vardı, seyahatte” gibi bahaneler söylediler; telefon ettiklerinden bahsettiler. İçlerindense “canları sağ olsun da...” diye geçirdiler.
Bazı babalarsa gelmeyen evladlarına kendileri gittiler. Onlara bir buket karanfil gibi, bir kucak gül gibi fatihalar, ihlaslar, yasinler götürdüler. Gencecik yaşında anne toprağa emanet ettikleri can parçalarının kabrinde ayak ucuna çömelmişken aşağıda yatan veya cennet bahçelerinde dolaşan yavrularının çocukluğunu, gençliğini ve gençliğini, hep gençliğini, geçmeyen gençliğini tahayyül ettiler.
Ve bir baba olarak hayatta oldukları gibi göz yaşlarını yine onlardan sakladılar.
Onlar, ne aziz evladlardı.. Babalarının yakasına bir şeref madalyası takmışlardı.Üzerinde şöyle yazıyordu:
-Şehîd babası...
Böyle bir evladla iftihar edilmez de ne yapılır?
Üçlü güçle ayaktayız... Şehîd anneleri, şehîd babaları ve şehîdler
Anneler günü, babalar günü vs. bizde başlamamış olabilir. Ancak insanlığın ortak paydaları var. Böylece onlar gelenekselleşerek bütün bir insanlığın hissiyatına tercüman oluyor. İnsanlar o günlerde günün konusu insan üzerine daha bir düşünüyor.
Dün babalar günüydü. Evladlar günü ise her gün. Babalar, duaları ile evladlarını yalnız bırakmıyorlar. Zira insanlığın her bakımdan en üstü Sevgili Peygamberimiz, aleyhisselam, buyuruyorlar ki “babanın evladına duası peygamberin ümmetine duası gibidir.”
Bununla beraber yük yine insanın kendine düşüyor evlada yani. İmam-ı Rabbani hazretleri, “er isen kendine baba ol” diyorlar.
Dün çocukken bugün baba olmak!.. Boyunca çocuklara sahip olmak ne kadar manidar. Zaman ne çabuk geçiyor...
Rahim Er
21 Haziran 1999 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder